MEMLEKETTE NELER OLUYOR, NELER?
Yaşar Eyice / Yeni Vizyon Gazetesi
Ankara Üniversitesi’ni anımsadım
Besim Güçtenkorkmaz Ankaralı usta bir gazeteci...
Nazmi Bilgin başkanlığındaki yönetimde de bulunuyor.
Efendiliğinin yanı sıra, giyimiyle de ‘Bir dirhem iki çekirdek!’ olarak adlandırabiliriz, aynı zamanda yılların spor yazarı Besim Güçtenkorkmaz’ı..
Yıllarca Ege gazetelerinin okuyucuları için Anadolu’da gitmediği kent ve stadyum kalmadı.
Değerli dostumuzu en son geçen yıl Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Vakfı’nın ulusal etkinliğinde görmüştüm.
İzmir’den ben Yaşar Eyice, Okan Yüksel ve Refik Utlulığ, mesleklerinde 50’nci yıllarını dolduran diğer Gazeteci, sanatçı, filmci ve tiyatrocu ile radyocularla onurumuza verilen Başkent’teki resepsiyonda.
Önce protokolün önünde ‘50’nci başarı yılı’ kutlamasında ‘ustalık’ belgelerimizi almış, gelecek nesillere bırakılmak üzere film ve fotoğraf görüntüleri vermiştik.
Böylesine bir güzellik acaba Türkiye’de, hatta dünyada kaç kişiye nasip olurdu?
*- Kendimi yine gösterdim!
Bu arada ben de yapacağımı yapmıştım...
Alfabetik isimle sahneye alınıyorduk.
Benim sıram gelinceye kadar konuşmalar ve alkışlardan salonu dolduranların sıkılacağını ve ‘son dakikaların davetlilere işkence gibi geleceğini düşündüm.
Her zaman olduğu gibi önde adıma ayrılar koltuğa değil de, arkada bulunan öğrencilerin yanına oturdum.
Bunların bir kısmı Türkiye çapında başarılı olmuş sporculardı.
Yanımda oturduğum öğrenci sporcuya, İzmir’de yıllarca spor yazarlığı da yaptığımı ancak kendimi deplasmanda yalnız kalmış biri olarak hissettiğimi söyledim.
Zaten ‘İzmirliyim!’ demem öğrenciler için yeterli idi...
Adımı söyledim,,,
Bir dakika içinde organize oldular ve adım hemen onlarca öğrenci tarafından ezberlendi...
Ve ismim okunarak sahneye davet edildiğimde, onlarca öğrenci ayağa kalkarak, ‘En büyük Yaşar bizim Yaşar!’ diye müthiş bir tezahürat yaptılar...
Ben de sporcu gibi arkadan öne koşarak geldim ve sahneye çıktım...
Herkes şaşırmıştı, benim gibi...
Kimdi bu Yaşar Eyice?
Özgeçmişim Vakıf Başkanı Rektör Yardımcısı tarafından okunurken tezahürat sürüyordu.
Bu arada Okan Yüksel’in ‘Ne zaman bu organizasyonu yaptın?’ diye sorgulayan bakışlarıyla göz göze gelmiştim...
*- Geriye bir şey kalmadı, gibi...
‘Teşbihte hata olmaz!’ derler ya, gerçekten o statlardan şu anda geriye bir şeyler kalmış değil, çünkü çoğu yıkıldı, ya da ‘onarılıyor’ denilerek isimleri bile değiştirildi....
Acaba şu anda Türkiye’de kaç tane ‘Atatürk Stadı’ ya da salonunun adı kaldı?
Bu arada bir yanlışı da düzeltmek istiyorum:
Siz hiç spor salonunun açığını gördünüz mü?
Salon zaten ‘kapalı alan’ demek değil mi?
Öyleyse bazı spor yazarlarından tutun da, bazı bilgiç kişilerin ‘Kapalı Spor Salonu!’ tabirini ya da sözcüğünü kullanmaları yanlış olmuyor mu?
Neyse!
*- Ben de bilmiyordum!
Şimdi Besim Güçtenkorkmaz’in, ‘’Bilmediğim bir deyimin anlamını öğrendim!’ sözünden çıkarak mektubundan söz edeyim:
işte; ‘İki dirhem bir çekirdek’ in anlamı, diyerek konuyu paylaşmış...
Çoğumuzun Besim Güçtenkorkmaz gibi bilmediğinden emin olduğum için duyurma, bilgilendirme görevini üstlenim.
Cümle çok uzun...
Ancak manası bozulmasın diye aynen paylaşıyorum:
‘Ben bugün, doğada, bitkinin kendi her ne boyda olursa olsun, bir keçiboynuzu çekirdeğinin ağırlığının (200 mg.) asla değişmediğini ve bu çekirdeklerin yüzyıllar boyu Araplarda, Selçukluda ve Osmanlı’da, elmas ve değerli taşların ağırlığını ölçmede kullanıldığını ve bu nedenle bugün kuyumculukta, 200mg.’nin karşılığı olarak kullanılan, ‘karat/kırat’ ölçüsünün adının da keçiboynuzunun Latince ismi olan, ‘ceratonia’ ve Arapça ismi olan ‘carrat’ dan geldiğini, 16 çekirdeğin de bir dirhem ettiğini de öğrenmeme birlikte, bir de bunun üstüne, bir Osmanlı altınının 33 çekirdek (yani 2 dirhem bir çekirdek) ağırlığında olmasından dolayı, Osmanlı’da çok süslü iyi giyinenlere, zenginlere atıfta bulunularak, ‘altın’ gibi anlamında, ‘İki dirhem bir çekirdek!’ benzetmesinin yapıldığını öğrendim, sizin de bilmenizi istedim!
*- Bilenler var!
İzmir’den yetişen bir başka spor yazarı da Sedat Kaya...
O da bir ara ‘İki Dirhem, Bir Çekirdek’i işlemiş...
Şunları yazmış:
‘Keçiboynuzu kutsaldır... Anadolu’da Harnup derler adına... En az beş bin yıllık ağaçtır... İlk on beş yıl meyve vermez... Sonra meyvesiz yıl geçirmez. Yetişkin bir ağaç bir tona yakın meyve verebilir. Ben keçiboynuzunu çok severim... Hem meyvesini yerim, hem pekmezini içerim..
Özellikle pekmezi nefes yollarını, ciğeri temizlemeye bire birdir.
Sigara içenlere şiddetle tavsiye edilir.
Ama saf olacak pekmez…
Yapılırken şeker, glikoz, tatlandırıcı falan istemez.
Organik olacak.
*- Değişime uğramıyor!
Keçiboynuzu doğanın bir mucizesidir.
Çekirdekleri dünyanın her yerinde aynı ağırlıktadır.
Eski çağların ağırlık ölçüsüdür.
Su alma özelliği olmadığı için güvenilir bir ölçüdür.
Bir keçiboynuzu çekirdeği dünyanın her yerinde yaklaşık 200 miligramdır..
Adına karat denir.
Akdeniz, Ortadoğu ve Mezopotamya’nın kadim kültürlerinde elmas gibi değerli madenlerin, kıymetli taşların ölçüsüdür..
On altı keçi boynuzu çekirdeği bir dirhem eder..
Sarraf iki dirhemlik(32 çekirdek) bir mal satarken, bir çekirdek fazla tartarsa, o müşteriye bir iltifat, bir itibar göstergesidir.
O nedenle iyi giyinen, kıyafetine özen gösteren kişilere “’ki dirhem, bir çekirdek’ denir.
*- Keyfe keder!
Ben ‘İki dirhem, bir çekirdek’ giyinmek yerine, yazın şort, t-shirt, kışın kot, mont gezmeyi yeğlerim..
O yüzden henüz bir çekirdek fazla tartan satıcıya denk gelmedim..
Ama keçiboynuzunu da çok yerim.
Datça’dan İstanbul’a gelirken mutlaka bir çuval keçiboynuzu meyvesi, bir kaç kavanoz da pekmez getiririm….
Güne zımba gibi, fişek gibi başlamak istiyorsanız; Her sabah mutlaka aç karnına bir kaşık pekmez..
Arada da bir meyvesi.
Benden söylemesi..
Pişman olmazsınız..’
Bu arada ben de bir ekleme yapayım:
Bir zamanlar Bornova’da ‘keçiboynuzu’ ağaçları çoktu...
Biz çocukken, onları toplar ve yerdik...
Her halde o zamanlardan kalma olacak, son zamanlarda yine kilo olarak alıp çalışırken, ya da akşamları yemekten sonra birkaç tanesini yemeyi alışkanlık yaptım.
Ama üzülerek söyleyeyim....
Şimdi ne Bornova’da ne de kentlerde keçiboynuzu ağaçları kalmadı, yerlerini beton aldı...
*- Benden paso!
İki spor yazarından söz ettim, ‘keçiboynuzu’ sayesinde...
Biri ‘iki dirhem bir çekirdek’ diğeri de belirttiği gibi....
Ama 15 Kasım Salı günü, büyük olasılıkla İstanbul Beşiktaş’ta Türkiye Spor Yazarları Derneği Genel Başkanını seçmek için...
İzmir’den de belki bir uçak dolusu Spor Yazarı orada buluşarak hasret giderecek.
Ünal Tümin ile Mehmet Ali Okumuş bana sordu, ‘Orada olacak mısın?’ diye...
‘Hayır!’ dedim...
Hatta geçen hafta karayolu ile gittiğim İstanbul’da tesadüfen bulduğum yerde aracımı park ederek uçakla İzmir’e döndüm...
Aslında bu kongreyi çok izlemek istiyordum ama şu mahkemeler yüzünden bulunamayacağım...
Herhalde çok okunuyorum ki, önüne gelen, canı sıkılan, ya da haksız kazanç sağlamak isteyen yazımdaki bir cümleden bir sözcükten yola çıkarak mahkemeye başvuruyor...
Korkutmak, engellemek isteyenler de var tabii...
*- İşi zor ama kolayını bulmuş
Türkiye Spor Yazarları Derneği (TSYD) Genel Merkezi’ne bir süre önce, başta İzmir olmak üzere, Ankara ve Anadolu’nun büyük desteği ile bir gazetenin Galatasaray Muhabiri Oğuz Tongsir seçildi...
Hatta seçimin hatalı olduğunu öne süren İzmir Delegasyonu’ndan Öcal Uluç kongreden hemen sonra istifa etti.
Öcal Uluç İzmir’in ilk kez bilinçli olarak Oğuz Tongsir tarafından bölündüğünü belirterek ‘Ben kuruluşundan bu yana üyesi olduğum ve yöneticilik yaptığım bu derneğin yanlış yönetilmesine ve hataların sürdürülmesine, İzmir’in bölünmesine asla razı gösteremem’ diyerek gruptan ayrıldı..
Arkasından başka istifalar da geldi...
Biri de Çetin Gürel...
Bu arada Oğuz Tongsir ilk icraat olarak 53 yıllık derneğin logosundan, rozetinden Türk Bayrağı’nı çıkarttı...
Büyük tepki üzerine değişen birçok üyenin de bir şeye benzetemediği top şeklindeki yeni logonun üzerine Türk bayrağı iliştirildi.
İzmir’de bu olağanüstü kongre öncesinde verilen yemekli toplantıda ise belirtildiğine göre, ‘Vallahi haberim yok!’ demiş, bu genel başkan...
Öte yandan Oğuz Tongsir’in ve yöneticilerin kendilerine maaş bağladıkları ve eşine ait kaza yaptığı için ağır hasarlı bir binek otomobilini yüksek değerden derneğe alarak Ankara Şubesi’ne gönderdiği ileri sürüldü.
İstanbul ve Ankara’nın istifasını istediği ve ‘diktatörlükle’ suçladığı Oğuz Tongsir, yönetiminden istifa edenlerin yerine yenilerini koydu...
Bu arada İzmirli bazı foto muhabirlerinin maçlara girmesini önlediği gibi ‘Ne oluyor?’ diye sorulduğunda, ‘Sizi maçlara da genel merkeze de sokmam!’ gibi tehditler savurdu...
Tabii ki Türkiye çalkalanırken, İzmir’den hiç ses seda çıkmadı...
Nedenini her halde bilenler vardır...
Bir şube yönetimi neden sessiz kalabilir?
Bu arada bazı iddialar atıldı...
FETÖ’cülük suçlamaları, Hain Darbeci Fethullah Gülen sayesinde seyahatlere gitmeler, okullarında tam burslu ücretsiz yararlanmalar gibi....
Tabii bunlar hep saklandı, ama gerçek sonradan da olsa ortaya çıktı..
Belki yakında, ‘Ne var bunda?’ diye konuşanlara, kendini savunanlara da hesabı sorulacaktır...
Bal tutan parmağını yalar, derler...
İzmir değil Ankaralılardan öğrendim;
TSYD Genel Merkezi’nin verdiği bina karşılığı bir vakıf üniversitesi ile yaptığı anlaşma gereği üye çocuklarının koşulsuz yararlandığını...
Ama İzmir’de bundan yine hiç kimsenin, ya da bir iki kişinin bilgisi var...
Bu da bazılarına ‘kapak‘ olsun...
*- Olur mu? Oluyor işte!
Oğuz Tongsir karşısına çıkan eski Başkan Naci Arkan’ın isteğine rağmen bir türlü üye listesini vermedi.
Tüzük değişikliğini İzmirli delegelere, ‘Gelmenize gerek yok, biz hallediyoruz!’ diyerek mesaj gönderen ve ‘paramız yok!’ diyerek buna gerekçe gösteren Oğuz Tongsir’un bu arada 400 kişiyi üye yaptığı öğrenildi.
Bu üyeler arasında, kahveciler, şekerciler, şoförler, sekreterler de bulunuyormuş...
Ne güzel değil mi?
İktidarın gücü işte...
Daha birkaç gün önce 400’e yakın dernek Olağanüstü hal kapsamında kapatıldı....
Umarım bu ikinci dalgada bizim TSYD’nin başına gelmez...
İzmirli eski ve usta gazeteci ve spikerlerden Hüsnü Kaftan’ın da çok güzel açıklamaları var...
‘İzmirli yöneticilere sorularım oldu, yanıtını alamadım!’ diyor özetle...
İzmir böyle işte...
Nerede olursa olsun yerlinin yanında çakmalar işe yaramıyor!
Daha ne yazayım?
Özetin özeti bu...
‘Büyük TSYD Hareketini’ başlatarak onurumuzu koruma çabası içinde olan Ankara, İstanbul ve Anadolu’nun içinde nedense İzmir yok!
Naci Arkan’dan öğrendik:
Meğer bu işin içinde olanlar hem yüksek maaş alıyor, hem de akçeli işleri biliyorlarmış...
Şu ana kadar onlarca imzacının, olağanüstü kongre isteyenlerin hiçbir iddiasına yanıt vermediler, veremediler:
Etiğe ve vefaya örnek veren Naci Arkan grubu, ‘Söz veriyoruz; seçeceğiniz hiçbir yöneticimizin dernekle mal alışverişi, akçeli ilişkisi olmayacak’ açıklamasını yaptı.
*- İyi okusunlar
İzmir dedim ya, şimdi asıl anlatacaklarıma geçeyim:
Yazımın içinde ‘aracımı İstanbul’da bıraktım!’ dedim...
Bu arada uçağa yetişmek için, evimizin yakınındaki, Bebek- Arnavutköy’den kalkan ‘59C’, Arnavutköy- Mecidiyeköy otobüsüne bindim.
Genelde Etiler’deki Akmerkez Durağı’na kadar olan dört durak az yolcu ile geçiyor.
Aklıma Adnan Sökmen’in geçenlerde yazdığı aklıma geldi...
Adnan diyor ki, ‘Komşum aç iken ben tok yatamam! Bu yüzden evimi Etiler’e taşıdım!’
Çok gülmüştüm...
Doğru!
Çünkü herkesin aracı var, toplu taşımaya binmiyor...
*- Bini bir para!
Orada indim!
Metro ile Levent’e, oradan ‘M2’ adı verilen hattaki Yenikapı’ya giden metroya, Yenikapı’dan da bu kez yenisi bitince kapatılacağı açıklanan Atatürk Hava Limanı’na ulaştım.
Normal gibi görülüyor değil mi?
Değil!
Sanki Çin’de ya da filmlerde gördüğünüz gibi Hindistan’da trene biniyor gibisiniz...
İsterse tatil günü olsun fark etmiyor...
Binlerce kişi itiş kakış...
Anlatılacak gibi değil...
*- Aman Yarabbim!
Metro’da görevli bir polis memuruna sormuştum:
Taksim’den ‘Havaalanı’na giden otobüsle mi gideyim, aile dostum Efsane Göztepe ile Beşiktaş’ın golcü Milli Futbolcusu Nihat Yayöz’ün belirttiği gibi metro ile mi gideyim?’ diye...
İstanbul caddeleri ile trafiğinin yoğunluğunu, adım adım gidilebildiğini anımsatarak ‘metro’yu önermişti...
Ama salkım saçak gidildiğinden söz etmemişti...
Aslında bu da İstanbul’da yaşayanlar için yabancı olmayan bir durum....
Yani İzmir’i bazı sıkıntılara rağmen mumla arıyorsunuz...
Hani şimdi ahkâm kesenler var ya onları İstanbul’a götürmemiz lazım...
*- Normalmiş gibi!..
İzninizle İstanbul ve İzmir için iki örnek daha vermek istiyorum...
Havaalanı’na giden metro, sayısız duraktan dolaşarak gidiyor.
Baş durak Yenikapı’dan bindiğim için bir kişilik yeri güçlükle buldum...
Bir durak sonra, ‘küçük bir yeni gelin!’ bindi...
Yüzü gözü her tarafı örtülü hamile genç kadına, hiç kimse umursamayıp, yer vermeyince, verdim.
Kalabalıkta ezilecek, belki bebeğini kaybetme riski bile yaşayabilecekti...
Üç durak sonra, bir arka sıradaki koltuktan kalkan bir kişi durakta indi.
Tam bu boşalan yere oturacaktım ki, yer verdiğim kadının kocası, çevik bir hareketle önüme geçti, hafif bir şekilde iterek,yeri adeta kaptı...
Sadece bakakaldım...
*- İzmir farkı...
... Ve İzmir’de Adnan Menderes’te uçaktan indikten sonra Bornova’ya gidecek belediye otobüsünü durakta bekledim.
İZBAN grev nedeniyle çalışmadığı için ana baba günü gibiydi..
Otobüs yanaştı...
Kibar bir şoför biletsizlere de, diğerlerine de o kadar iyi davranıyor ve yol gösterip bilgi veriyordu şaşarsınız...
‘İşte İzmir’ dedim...
İzmir’in farkını, ‘bu yaşanacak şehirde’, daha kente adım atar atmaz görebiliyordunuz...
Bir de içimizdeki menfaatçileri temizleyebilsek!
O zaman daha da güzel ‘yaşanacak’ bir şehir olacak İzmir imiz...
****-
GÜNCEL
Kendini ne sanıyorsun?
Ali Güreli yazmış. Güncel olduğu için paylaşıyorum:
‘Kosova milli takımını yenmişiz, çok sevindirici bir haber bu.
Tam, Boğaziçi Üniversitesinin Rektörlük atamasını düşünürken, o saatlerde ‘Kosova zaferi!’ geldi.
Belki galip gelmeyebilirdik;
Milli Takımlar Teknik Ve Taktikler Ve Prensipler Daire Bşk’nı Fatih Terim Bey için gereğini yaparlar ve ‘boşta kalmasın!’ diye rektör bile yaparlardı.
Müthiş bir Rektör olurdu!
Boğaziçi Üniversitesi’nin, o zeki çocukların başına bir lider, bir baba, bir ağabey, bir hoca!
Belki de artık futboldan ümidi kesip akademik hayat için hazırlamıştı kendini, o yüzden saç ve kaşlarını boyatmıştı.
Fakat ‘Kosova zaferi!’ geldi.
Ridaniye, Mohaç kadar değerli...
Bütün ülke sevinçlere gark oldu.
Bütün, hapisteki gazeteci, öğretim üyeleri vs. sevinç içinde...
‘Vatan sana canım feda!’, diye bağırıp şu saatlerde henüz uykuya geçtiler...
Bütün seçimle gelmiş rektör, dekan gibi insanlar istifa ettiler.
Şehitler dirildiler hatta masumlar suçu kabul edip, mazlumlar tüm haklarını helal etti.
Kestane saçlı hocanın yarın bu kurallara uymayanları uyaracağı bir konuşma yapması ve ‘Kimse kusura bakmasın!’ diye bağırmasını bekliyoruz.
BÜ kim be!
Sen kendini ne sanıyorsun?
Bi git yawww.’
*- Karşıyaka, 'Yörükleri' ağırlayacak
Yörük kültürünün geliştirilmesi ve gelecek nesillere taşınabilmesi için projeler üreten Karşıyaka Belediyesi, ilçenin ilk Yörük Şenliği'ni düzenlemek için hazırlıklarını tamamladı.
19 Kasım'da gerçekleşecek olan şenlikte, binlerce Yörük buluşarak kendi geleneklerini yaşatacak.
Başkan Hüseyin Mutlu Akpınar ‘Yörük demek; Anadolu demektir, Cumhuriyet demektir, Atatürkçülük demektir. Bu kültürü sonsuza kadar yaşatacağız’ dedi.
*****-
GICIK
*- Bir fincan kahve gibidir hayat. Bazen tatlı, bazen değildir. Önemli olan kahvenin tadı değil zaten, kiminle içtiğinizdir.
*- Bir insanın yaşayıp yaşamadığını anlamak için nabzına değil, onuruna bakın! Onuru duruyorsa yaşıyordur.
*- ‘Önce kendini geliştir, sonra da öğretmenini eleştir’ diyeceğim ama onun için de bir öğretmene ihtiyacın olacak!
*- Hayvanlar kadar merhametli olabilsek yeter!
*- İkiyüzlü insanlara o kadar alıştık ki, doğru insana rastlayınca şaşar olduk.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.