HAKKI ÜLKÜ RÖPORTAJI BÖLÜM 1 / MART 2013
ALİAĞA HABER/ ALFATİVİ/ ŞENOL GÖK / Kamuoyu tarafından yakından tanınıyorsunuz ama yine de bilmeyenler için soralım; Hakkı Ülkü kimdir?
1946 Salihli doğumluyum. 1982’den beri Aliağa’da yaşıyorum. Ömrünün 25 yılını aktif politika içinde geçiren biriyim. 1972 yılında CHP’ye üye oldum. 1977’de Belediye meclis üyesi oldum. 12 Eylülcüler, belediye meclis üyeleri dâhil herkesi görevden aldılar. Ben de bu süreçte o mağduriyeti yaşadım.
12 Eylül’de yargılandınız mı? Ünvanınız neydi o dönem?
Gözaltına alındım ama yargılanmadım. Atatürk Stadında 2 gün gözaltında kaldım, sonra bıraktılar bizi. Gözaltına alındığımızda binlerce insan bizi desteklemeye geldi. Darbe olduğunda Belediye meclis üyesiydim. Meslek olarak da TARİŞ’de üzüm eksperi bir işçiydim.
Yaşanan darbe ortamında işten atıldıktan sonra Menemen’de kuyumculuk yapan kardeşimin yanına geldim. Kuyumculuğu biraz öğrendiğimizi varsayarak, Aliağa mı Ayvalık mı derken, Aliağa’da kuyumcu dükkânı açtık. Aliağa’nın 3. kuyumcusuydu bizim dükkânımız. Ahmet Gökçe’nin odasının birini bozarak dükkân yaptık. Ben geldikten 1 ay sonra Aliağa ilçe oldu. İlçe olunca, Kaymakam geldi. Hükümet Konağının küçük bir ölçeği Belediye binasının içine yerleşti. Ben de zaman zaman oradaki insanlarla tanışmaya, oturmaya giderdim. O dönemde SODEP kuruldu. Ekim 83’de genel seçimler oldu. SODEP’i genel seçimlere sokmadılar, dolayısıyla biz de seçime giremedik.
O dönemde SODEP ilçe Başkanı kimdi?
SODEP’in ilçede kurucusu olarak 5-6 kişiydik. Turgut Oğuz, SODEP ilçe Başkanı yapıldı. Ben ve Temel Turan tarafından… Diğer isimler olarak Muammer Örnek, rahmetli Bedri Şener, Bedrettin Kaya, Niyazi Kebude, Nesrin Beykoz vardı. Unuttuklarım olabilir ama bu isimler kuruculardı. Seçime giremediğimizden Halkçı Parti’yi destekledik. Halkçı Parti’nin bir söylemi vardı; Necdet Calp, “Köprüyü Sattırmam” diyordu, bunun sonucunda 130 küsur milletvekili çıkardı ve Ana muhalefet partisi oldu. Bu dönemde biz SODEP’i güçlendirmek için çeşitli çalışmalara giriştik.
O zaman siyasi partilere girmek yürek isterdi. Petkim ve Tüpraş işçilerinden korkan o günkü KİT yöneticileri, ilan tahtalarına, partilere üye olmak yasaktır yazarak gözdağı vermişlerdi. İşçilerin bazıları benim müşterimdi. Onlarla konuşurken hep “bakın size söylenenler yalan. 1982 anayasası şu kadar oyla kabul edildi. Dilediğiniz partiye üye olabilirsiniz.” Derdim. Ama yine de arkadaşlar korkuyorlardı. O zaman, biraz daha bekleyerek 1984 seçimlerine girdik. Kamuoyu belki bilmez ama ben O seçimlerde adaydım.
Tek kaybettiğiniz seçim mi?
Evet, tek kaybettiğim seçim. Adaylığım sırasında bir çok şeyler yaşadım. İlginç anılarım da var.
1984 seçimlerini neden kaybettiniz?
Ben SODEP adayıydım. O günkü yönetim tarafından Malmüdürü aday yapıldı. Seçim takvimi henüz başlamamıştı, İzmir il örgütü Malmüdürünün adaylığını reddetti. Kaldı ki malmüdürü görevinden de istifa etmemişti. İl Yönetimi, ilçeler adaylarını tespit edip bize bildirsin dediğinde ben aday oldum. İlçe Yönetimi büyük bir çoğunlukla, sanırım 7’ye 2 oyla beni aday seçti. O koşullarda seçime gittik. Favoriydik. Rahmetli Selim Altuntaşoğlu Halkçı Parti’den adaydı. Seçimi 123 oyla kaybettik. Selim de, onca yalvarmamıza rağmen adaylıktan çekilmedi. 550 oy aldı. Dolayısıyla o zaman Horoz Partisi MDP’nin adayı İrfan Onaran seçimi kazandı. Bir süre sonra oradan istifa edip Anavatan Partisi’ne girdi.
Seçimlerden sonra genel olarak partilerde bir dağılma süreci oluşur. Bizim partide de aynı şey oldu. Biz o bırakılan noktadan başlayarak İzmir İl örgütünün onayıyla yeni bir SODEP yönetimi oluşturduk. Oluşan yeni yönetimin başkanı bendim. Daha sonra SODEP- Halkçı Parti birleşmesi oldu. Bu birleşmeden SHP doğdu. Bunun başkanlığını bir süre Süleyman Güral yaptı, sonra yapılan kongrede ben İlçe başkanı oldum. Bu durum, 1989 yılına kadar devam etti.
1989 yılına kadar olan dönemde çok ağır görevim vardı; Hatta işlerimi de büyük ölçüde aksatmıştım. Çocuğum okula gidiyordu, dükkânda yalnızdım. Zaman zaman kapatmak zorunda kalıyordum. Neler oldu; Bir, ara seçim oldu, Erdal İnönü seçildi. İki, referandum oldu, yasaklı siyasetçilerin yasağı kalkması gerekiyordu ve kalktı. O referandumda yoğun çalıştık. Son olarak da 1987’de genel seçim oldu. Bütün bunlar 1,5 yıl içine sığdı. Genel seçimde başarı gösterildi. O günkü koşullarda kendimizi sol diye ifade ettiğimiz belli bir arkadaş grubuyla birlikte sol kanadın ağırlıklı olduğu bir liste seçime girdi ve kazandı.
Aradan 1,5 yıl geçince 1989’da bu kez yerel seçimlere sıra geldi. Yerel seçimlere girerken ben yine ilçe başkanıydım. Yasanın öngördüğü zamanda istifa edip belediye başkan aday adayı oldum. Benimle beraber iki arkadaş daha aday oldu; Biri demir Duman’dı, diğer Alparslan Dağdelen’di. Önseçime girdik, en çok oyu ben aldım. Önseçimin ardından tek aday olarak çalışmalarıma başladım. Sonuçta da yüzde 51 civarındaki bir oyla Aliağa Belediye Başkanı oldum.
O dönemde “kuyumcudan solcu olmaz” derlerdi, hatırlar mısınız?
Evet, o dönemde çok diyen oldu. Adeta bir slogandı. Ama daha sonra iki defa daha seçildim. Bu da gösteriyor ki kuyumcudan Belediye başkanı , hatta Milletvekili bile oluyormuş.Sen de o mesleğin içindeydin düne kadar.Bilirsin ki kuyumcu terazisi adaletin terazişinden de daha hassastır.
Milletvekilliği nasıl gündeme geldi?
1999’dan sonra önüme çıkan bir Milletvekilliği seçeneği vardı. O seçeneği kullanarak parlamentoya gittim. Çünkü 13,5 yıldan sonra belediye başkanlığı yapmak ve ondan sonra 4. kez tekrar aday olmak düşündürücü olurdu. Kaldı ki Milletvekili olmamdaki en önemli neden, başkanlık yaptığım zaman zarfında kısılan yetkilerimizi genişletip göreve devam eden Belediye başkanlarını rahat ettirmekti amaç.Onun için 5 yıllık vekilliğim döneminde hep İçişleri komisyonunda görev yaptım ve hem Büyükşehir yasasının değiştirilmesine hem de 1930 yılından beri devam eden ve işlevini büyük ölçüde yitirmiş olan Belediye yasasının çıkarılmasına katkı koydum.
Aliağa’da Ayhan Bayrak’tan sonra Solun iktidarını ikinci kez siz gerçekleştirdiniz. 1977-80 döneminden sonra siz 1989-2002 arası iktidardınız. Siz 1. Döneminizi yıkma, 2. Dönemi yapma, 3. Dönemi koruma olarak adlandırdınız. İlk göreve geldiğiniz dönemde Aliağa’nın durumu nasıldı?
Göreve geldiğimde belediyenin az borcu vardı. Sadece 3-5 ayda ödenebilecek borcu vardı. Borçsuz bir belediye aldım diyebilirim. Düğün salonu yapılmıştı. Sahil bandına yeni başlanmıştı ben göreve geldiğimde. Sahil bandında daha 15-20 m2’lik bir alanda çalışma başlamıştı. O dönemde Sahil bandı ihalesini alan arkadaş geldi. “ben bu işi almıştım ama şimdi iktidar değişti. Ne düşünüyorsunuz?” dedi.
Ben seçilmiş arkadaşlarımızı ve belediye içindeki uzman kişileri topladım, sonuçta işin O arkadaşla devamını sağladık. Hiç de pişman olmadım, çünkü o arkadaş bizi hiç mahçup etmedi. Sahil bandı, bugünkü görünümünü aldı. Bugün tamir tadilat yapılıyor ama esas olan o günkü koşullardı.
Aliağa, 1985 yılında ve bir kısmı da revizyon imar planları olmak üzere 1987 yılında iki plan yapmış ve 1/5000’likleri ve 1/1000’likleri çekmecelerinde olmayan bir yerdi. Bu planlar yoktu.
İlk işim, Aliağa’yı köy görünümünden kurtarmaktı. İlk olarak 1/5000 lik planları almak için Ankara’ya gittim. İller Bankası’nda, Belediye meclis üyeliği yaptığım dönemlerden bazı tanıdıklarım vardı. Onların yardımıyla planları bulabilirim umudundaydım.Ancak bulamadık. O kızgınlıkla mırıldana mırıldana binayı terk ediyorken bir vatandaş yanıma yaklaşarak, Başkanım ne arıyorsun, oldukça sinirlisin dedi. Bir ilçenin planı nasıl olmaz kardeşim, koskoca İller bankası’nda, Aliağa’nın planlarını bulamıyorum” dedim. Ne lazım size dedi anlattım. Peki başkanım sen 2-3 saat sonra uğra bana dedi. Uğradım, gerçekten arşivde bulmuş rulo yapmış sözleştiğimiz yerde beni bekliyordu. Harçlığını da vererek,( o günkü maaşımın ¾ ünü) Aliağa’nın planlarını almayı başardım!
Nasıl yani,rüşvet vererek mi?
Eh öyle de denilebilir. Çünkü Belediyelerin anayasası imar planlarıdır.O olmadığı takdirde adım atmanız mümkün değildir..
Seçimi kazanıp iktidara geldiğimizde tüm samimiyetimle söylüyorum Aliağa’da çok kötü bir manzara vardı. Her taraftan işgal edilmişti. Plajlardan, Çağlayan durağına kadar işgal vardı. Çağlayan durağından ötesi sağlı sollu gemi söküm hurdalığıydı. Şu anda kamyon garajının yanında çamlık gibi görünen alan gemi söküm hurdalığıydı. İşe başlamak için onları kaldırmak gerekiyordu. Çok gecekondu vardı. Çünkü seçim dönemlerinde “gecekondu yapın” diye teşvik eden adaylar vardı.
Mesela 1989 seçimlerinde su deposunun olduğu çevredeki gecekonduları gördüğümde adeta o derme çatma yapılar sanki üzerimize geliyordu. Ormanın içi sırf gecekondu doluydu. Seçime giderken çoğalarak yayılıyordu gecekondular. Seçimden önce, biliyorduk kazanacağımızı ama Onları gördüğümde, “İşim çok zor” diyordum. Hızla yıkmaya başladık. Tehditler aldım, küfürler yedim. Türk filmlerindeki gibi çocuğunu kucağına alıp bıçak çekenler oldu. Belediye koridorları işgal edildi. Arabam çalındı, bir daha da bulunamadı.
Birinci döneminizde yani 1989 yılından 1994’e neler yaptınız?
Gecekondulardan, gemi söküm hurdalıklarına kadar hepsini kaldırdık. Onları yıkmadan, kentleşme adına hiçbir şey yapamazdık. Aliağa’yı yeniden yapılandırmaya harcadık bu dönemi. Yıka yıka insan seçim kazanabilir mi? Biz yıka yıka seçim kazandık. Halkımız haksız kazancı gördü. Bir taraftan yıkarken bir taraftan da o insanlara insanca koşullarda barınma olanağı sağlamak için projelere başladık. Kooperatif oluşturduk. Kooperatiflere üye olamayıp da mağdur olanlara Örnekkent projesini başlattık. Orada 320 parsel ürettik. Belediye kooperatifi marifetiyle de 650 konut ürettik. Daha sonra yaptıklarımızla toplam 1000 konut ürettik.
Bu çalışmalarınızla gecekondu bitti mi?
Cici Sokak hariç bitti. Cici Sokak’ın şöyle bir özel durumu vardı; Orman alanı niteliğini yitirmiş, ama orman alanı olan bir bölgede yapılmışlar. Ben, onların bütün planlarını yapıp, tapularını verme aşamasına gelmiştim. Ancak bürokrasinin engellemek isteyen bazı kesimleri, engellediler ve verdirmediler. Hepsinin tapusunu hazırlamıştım. Bu bana puan sağlar diye tapuları ne yazık ki verdirmediler.
Ne gibi yasal engel çıkarttılar karşınıza?
Anayasanın ilgili maddesine göre, orman alanı olduğundan bunlara tapu verilemez dediler. Tapu tahsis belgeleri olmasına rağmen. Onların sorunları halen devam ediyor. Ama şimdi 2B yasasıyla oradaki vatandaşlarımız kendi yerlerinde oturma fırsatı yakaladı.
1994 yılına geldiğimizde, neydi Aliağa’da Ahval ve Şerait?
DYP- SHP koalisyonu iktidardaydı. 5 Nisan 1994 ekonomik kararlarıyla Türkiye büyük bir çöküşün içine girdi. Paranın olmadığı, işsizliğin çoğaldığı, hiçbir işin yapılamadığı bir dönemdi. Belediye gelirleri de kısılmıştı. İller bankası kesintileri arttırmıştı. SSK ödemeleri konusunda büyük baskı vardı. Ekonomik güçlüklere rağmen daha önce hazırladığımız projeleri hayata geçirmeye başladık. Yani yapma dönemine başladık.
1994’den 1999 yılına kadar neler yaptınız?
Hepsini burada saymak zor ama öncelikle asfalt ve taş atölyelerinin oluşturulmasını çok önemsiyorum. Su hatlarının yenilenmesi ve olmayan yerlere su götürülmesi başlıca çalışmalardı. Kanalizasyon altyapısını geliştirdik. Otobüsleri, iş makinelerini arttırdık. 50 dekar alanı Kamulaştırmaya başlayarak 1994’den itibaren bitirebildiğimiz Zeytinlipark da önemli.
O dönemde orasının Aliağa’nın kıymetli bir yeri olduğu arsa sahipleri tarafından da biliniyordu. Kamulaştırmaya itiraz ettiler. Biz Mahkemenin belirlediği kamulaştırma bedellerinin tümünü ödedik. Ardından Parkı yaptık, parkın içine Açıkhava tiyatrosunu, Çocuk trafik eğitim alanını yaptık. Bunlar bizim heyecan duyarak yaptığımız işlerimizdi.
3. lige çıktığımızdan dolayı hemen futbol sahası yaptık. Sonra Değirmendere’de 2. Sahayı yaptık. Şimdi yüksekokul olarak kullanılan yeni garajı yaptık. Ben yeniden iktidara gelirsem orayı okul olmaktan çıkararak yeniden garaj yapacağım. Öyle okul olmaz. Okul için bir alan bulacağım. Okulu yapacağım, sonra buyurun eğitime başlayın diyeceğim. Orası garaj olarak kullanılması gereken bir yer. O garajın yapılmasının temel nedeni metronun geleceğinden dolayıdır. Tren hattının ucunda, komşu ilçelerden İzmir’e gitmek isteyenlerin trene binecekleri yerdir.
Özetle; O binayı ve alanı garaj olarak kullanacağım, üniversiteye yeni bir yer yapacağım. Belediyeyle aralarında bir protokol yapılmış olsa da, o protokol onları mağdur etmeyecek, aksine, onları memnun edecek şekilde değiştirilecektir.
5 yılda bir çok işler yaptık. Burada sayamadığım bir çok proje, hizmet, çalışma gerçekleştirdik.
İlk dönemlerde Aliağa’da günde 3-4 saat su akıyordu. Dün gibi hatırlıyorum; Belediyenin eski memurlarından birini yanıma aldım; “bana su kuyularını göster” dedim. Gittik, baktık kuyulara. Ovada bir kuyu gördüm, bu nedir dedim, “O kuyu bizim değil, Gemi Sökümlerin” dedi. “Gemi Sökümler bu suyu kullanıyor mu” dediğimde, “hayır kullanmıyor” dedi. “Şu andan itibaren belediye olarak el koyuyoruz” dedim. “Suç, yapamayız” dedi. “tamam ben Aliağa Belediye başkanı olarak bu suçu halkım için işliyorum” dedim. Bunun ardından hemen kente verdiğimiz suyun süresi 1 saat arttı.
Ardından yeni kuyular açtık. 16 kuyuya ulaştık. Kuyuları açtık ama bu kez başka sorunlar çıktı karşımıza, suyu basıyoruz ama bu kez ana borular taşımıyor. Ana boru yapımı için İller bankasına gittik, Gecemizi gündüzümüze katarak kısa zamanda ana boruyu (eski boruları da yedeğimizde tutarak) hallettik.
Aliağa’ya yeni Mezarlığı da siz yaptınız. Hatta espri yapıyorduk, “Hepimizi gömecek mezarlığı Hakkı Ülkü yaptı diye”
Aliağa’da mezarlık sorunu vardı. Kent büyüyordu. Yeni Mezarlığı yaptık. Bugün baktığımda o da Aliağa’ya çok önemli bir hizmetimiz olarak işlev görüyor. Allah gecinden versin, bir gün hepimizin son adresi orası olacaktır.
Başkanlığınız döneminde 250 bin ağaç diktik diyordunuz. Bu rakam doğru mu? Ben sayıyorum, o sayıyı tutmuyor
Evet, önem verdiğimiz şeylerden biri de kenti yeşillendirmekti. 250 bin rakamını zamanın valisi söylemişti bana. Nazım Hikmet’in bir şiiri var; Ağaç dikeceksin der.. Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, biz de diktik işte..
CHP ne zaman doğdu?
CHP, ikinci kez 9 Eylül 1992’de kuruldu.kuruldu kelimesi yanlış, 12 Eylül generallerinin kapatmasından sonra çıkarılan yasayla yeniden açıldı. 1994 seçimlerine CHP, SHP ve DSP olmak üzere solda 3 partiyle parçalı olarak girildi. 1995 yılında yapılan bir kurultay’da SHP, CHP’ye iltihak etti. Büyük balık, küçük balığa gitti. Küçük balık da misafirleri kabul etti. Akvaryumun içinde kaynaştık.
Ama Siz CHP’ye gitmediniz
1995’de gittim.Hatta şöyle diyebilirim. Birleşme olduktan sonra hepimiz ,her SHP üyesi otomatik olarak CHP li oldu.
Siz O dönemde, CHP’ye tavır almış ve DSP’den farkı olmadığını söylüyordunuz. Bunu açar mısınız?
CHP’nin ismi bizim için çok önemli. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk cemiyetinden gelen bir tarihsel siyasal birikim. Bizim itirazımız, o dönemki kadrolarla bu işin gitmeyeceği şeklindeydi. Hatırlıyorum, o dönemde hem Deniz Baykal hem Kemal Anadol, “Gümbür Gümbür geliyoruz” diyorlardı. Bizim itirazımız CHP’ye değil, o dönemin CHP kadrolarının siyaset tarzınaydı.
Genel Merkezde hep dinlenen, fikirlerine saygı duyulan bir belediye başkanı ve siyasetçi olarak tanındınız. Ne düşünüyorsunuz?
Fikir ayrılığı olsa da karşılıklı saygı siyasette çok önemli. Dolayısıyla o yıllarda genel başkan da dahil genel merkezde kime telefon etsem istediğim zaman görüşürdüm.
Deniz Baykal ile net bir düşünce ayrılığımız vardı. O katı bir siyaset yapıyordu, biz solda daha demokratik bir duruş istiyorduk.
Deniz Baykal Aliağa’ya mitinge geldiğinde elektrikleri mi kesmiştiniz. Öyle bir şey anımsıyorum
Hayır, Deniz Baykal yoktu orada. Sanatçı Suavi ve Kemal Anadol yeniden açılan CHP için Anadolu’yu geziyorlardı. Aliağa’ya da gelmişler. Ben onları görmedim bile. Belki de Aliağa’da değildim o gün. Ama öyle bir şey olmuş. Sakallı arkadaş yani Süavi bey sonra söyledi bana. Haberim yoktu.Tarihin her döneminde İşgüzarlar, dalkavuklar olur ya, onlardan biri yapmış. Ben öyle bir şey yapar mıyım? Başka partiye bile yapmayı düşünmeyen bir kişi olarak, insan kendi görüşüne paralel bir partiye yapar mı?
Nasıl Milletvekili oldunuz? İlginç bir anınız var sanırım?
2002 seçimlerinde Deniz Baykal ile bir anım var. Ben milletvekili olmak için kendisine sormadan belediye başkanlığından istifa ettim. Kocaeli Belediye başkanı başta olmak üzere bazı arkadaşlar izin aldıktan sonra istifa etmişler. Çalışmalarıma güvenerek istifa ettim ben. Daha sonra (2 gün sonra)yanına giderek durumu anlattım.Senin yerine seçilecek kişi bizden biri mi olacak yoksa bazı yerlerde olduğu gibi rakip partilerden birisi mi başkan olacak,diye sordu. Ben de kesinlikle bizim arkadaşlarımızdan birisi olacak elbette,dedim. Gülerek hayırlısı olsun,dedi.Çünkü ben kim ne derse desin parti bayrağını sürekli yükselten, yükseklerde tutan insanlardan biriyim. Ne SODEP’te, ne SHP’de, ne CHP’de partimin aleyhinde asla bir şey söylemedim.Yakın çevreme de söyletmedim.
Adayların ilan edilmesini bir ay bekledik. Uzun bir süreydi bir ay. Parti Meclisi toplantısı yapıldığı gün heyecanımız doruktaydı,listeler belli olduktan hemen sonra samimi görüştüğüm Yakup Kepenek arkadaşım telefon ederek 2. Sırada olduğumu söyledi. Sonra öğrendim; 3. Sıraya koymuşlar beni. Öyle oylanacak, Baykal müdahale etmiş; “o arkadaşla ben pek anlaşamıyorum. Ama seviyorum onu. Çünkü partinin bayrağını hep yükseltti. İyi bir solcu. Daha ne istiyoruz. 13,5 yıllık başkanlığında hep güzel işler yaptı. Onun için 2. Sıraya koyalım” demiş. Bu anekdotu daha sonra Parti Meclisi üyelerinden biri anlattı bana.
Neden Milletvekili olmak istedin?
İnsanlar sürekli olarak aynı mevkileri işgal ettiğinde belli bir dönem sonra değişiklik istiyor. Başkanlıktan sıkılmak değil ama CHP’den Milletvekili olmak bir terfidir benim için.
Niye Büyükşehir’i düşünmediniz?
Büyükşehir’e olanaklarım yetmezdi. Param da yetmezdi, o nedenle hiç düşünmedim.
Hakkı Ülkü, iktidar milletvekili mi olmak istiyordu?
Yöresel olarak belli bir başarı elde ettiğimi düşünüyorum. Çalışmayı seven biri olarak, bu başarıyı ülke çapında da yapabiliriz diye düşündüm. Anadolu’nun her yeri bizim. İstediğimiz her yerde propaganda da yaparız, bunun sonucu olarak partimiz yükselir ve Türkiye’yi refah düzeyi daha yüksek çağdaş bir ülkeye dönüştürürüz diye düşündüm. Buradan hareketle ben milletvekili oldum. O günlerde muhalefette kalacağımızı hiç düşünmemiştim.
Muhalefette olunca, verdiğin yasa teklifleri rağbet görmüyor, Soru önergelerine doğru düzgün yanıt verilmiyor. Bu yüzden, zevkli bir parlamenterlik olmadı benim için.
Bakanlık hayaliniz mi vardı?
İktidar olunca herkesin hayali olur. Yerel Yönetimler bakanlığı olmadığına göre, Çevre ya da Kültür Bakanı olabilirim diye düşünüyordum. Ama seçim sonucunda AKP tek başına iktidar oldu. Böyle olunca sadece Meclis Komisyonlarında görev yapmakla yetindik.
Hangi Komisyonlarda çalıştınız?
5 yıl boyunca İçişleri Komisyonunda görev yaptım.
Milletvekili oldunuz, yerinize Aliağa’da Süleyman Akbıyıkoğlu seçildi. Sizin isteğiniz de O muydu?
Hayır, benim isteğim rahmetli Davut Sezer’di. Davut Sezer’i arkadaşlara kabul ettiremedim. Oy vermeyiz, desteklemeyiz dediler. O da doğal olarak çekildi. Ama Davut Sezer olsaydı,herhalde bir başka olurdu
Davut Sezer ile iyi mi anlaşırdınız?
Evet, iyi anlaşıyorduk. “Davut; Kasa’da 2-2,5 milyar para var; Bunu seçime kadar idare edersin. Zaten şimdilik önemli bir yatırım yok. Ama aklında olan proje varsa yap.” Dedim. “Madem borç yok, para var, tamam” deyip, teklifimi kabul etmişti.
Neden Davut Sezer’i tercih ettiniz?
Davut Sezer’i eskiden beri tanırdım.
Bir Yıldırım Akbulut modeli mi yaratmaya çalıştınız?
Hayır, ona inandığım için. Asla öyle bakmadım. Ben parlamentoda devam etmek istedim aslında. Ama işte Baykal’la bozulan ilişkiler, parti içi demokrasinin işlemeyişi gibi faktörler nedeniyle olmadı,devam edemedim.Başkanlar bilirler kendi yöresinden milletvekili olduğunda Ankara bürokrasisi ne kadar katı olursa olsun iyi ilişkilerle kendi belediyene mutlaka bir şeyler koparır ve belediyenin işlerini kolaylaştırırsın. Çünkü uzun bir zaman diliminde bazı bakanlıkların bürokratlarıyla adeta akraba gibi oluyorsun.
Meclisteki 5 yılda Aliağa için ne yaptınız?
200 civarında yazılı soru önergesi verdim. Bir Muhalefet milletvekili olarak en önemli çalışmam, ülkenin gereksinimi olan Jeotermal Yasasının çıkartılması oldu. Sağlık Bakanlığına, Çevre kirliliği ile kanser vakaları arasındaki ilişkiyi açıklamaları için soru önergesi verdim. Bu da Aliağa gibi sanayi kentlerini yakından ilgilendiren bir konuydu.
Siz Milletvekiliyken, Önce Süleyman Akbıyıkoğlu, sonra Tansu Kaya belediye başkanı oldu. Çevre Konusunda o dönemde neler yaptınız
Aliağa’da bir çinko fabrikası kurulmak isteniyordu. Burada yapılan mücadeleye meclisten katkı koydum. Kentin sağlıklı büyümesi için bazı önergeler verdim. Örneğin, Şok Market’in bulunduğu yerde bir özel hastane kurulacakmış. Serpinti sığınağı adı altında bir yer yapacaklarmış, hastane yapacaklarmış. İnsanlar Ankara’ya gelip bana soruyorlar. “Niye bana soruyorsunuz” dedim. “Belediye Başkanı sana gönderdi. Hakkı Ülkü Müsaade ederse veririm” demiş. Bu durumu çok yadırgadım.
Kimdi belediye başkanı?
Başkan Tansu Kaya’ydı. “Ben karışmam” dedim. “Orada imar planı dışında kaçak bir yer yaparsanız, onu ben ilgili yerlere bildiririm. Körfez Dershanesi’ne ve bazı inşaatlara yaptığım gibi” dedim. Sonuç olarak kaçak inşaatların daha fazla olmaması için çaba sarfettim.
Ankara’dan Aliağa Belediyespor’u ve Basket takımını da takip ettim. Sadece Benimle aynı paralelde muhalefet yapmayan partinin o günkü ilçe yönetimine halen daha kırgınım. O zaman belediye dershanesi yağmalanmıştı. Dönemin İlçe Başkanı dershanenin yağma edilmesini bilmesine rağmen elini bile kıpırdatmadı. Bunlar, o günkü ilçe yönetiminin pasifliğini gösterir. Bu tür davranışlar hep Aliağa’ya zarar verdi.
Sizin yıllar önce Sanayi bölgesine yeni sanayi kurulamayacağına ilişkin bir meclis kararınız vardı. Onun takipçisi olundu mu?
Yıllar önce aldığımız, “buraya yeni demir çelik fabrikası kurulamaz” şeklindeki kararımıza uyulsaydı bugün Aliağa tertemiz bir kent olurdu.
Ama buradaki demir çelik fabrikalarının birçoğunun ruhsatında sizin imzanız var?
Var tabii bir çoğunda. Ben onların çalışmasına engel olmam ki. Ancak yaratacağı çevre kirliliğine engel olabilirim. Ruhsatlarında hepsinin bacası varsa, arıtması varsa, o zaman ruhsatları verilir. Radikal bir çok önlem aldık. Mesela bir Pazar günü de olsa halkın tepkisi nedeniyle çevre kirliliği yaratan bir fabrikayı Valilik kapattı, kapatmak zorunda kaldı. Neden kirlilik bu noktaya vardı dersen; Hükümetler, sürekli olarak çevre yönetmeliklerini değiştirdiler. Hep kirlilik yaratanların lehine değiştirdiler. Sonuç şimdi ortada.
Hakkı Ülkü, 13,5 yıllık iktidarında yanlış yaptı mı?
Herkes yanlış yapar, ben de yaptım. Mesela bir vakıf üniversitesi kuramamanın acısını duyuyorum. İzmir’den gelirken tepede sağ tarafta 52 dekarlık araziyi bir vakıf üniversitesine dönüştürmek için çok çaba sarfettim, yapamadık. 9 Eylül Üniversitesi Öğretim üyesi İbrahim Armağan ve arkadaşlarının kurduğu vakfa o yeri devredelim dedik ama hazine, bekçiliğini yaptığımız bu yeri vermekten imtina etti. Öylece kaldı.İbrahim hocamız da zaten yok.Çünkü kanser onu yaşatmadı.
Ama bir vakıf kurdunuz. Sanırım vakfın başkanı da sizsiniz?
O üniversiteye yönelik bir vakıf değildi. 2 vakfımız var. Biri Spor Vakfı, diğeri Eğitim Vakfı. Spor vakfının başkanı benim. Eğitim Vakfının başkanı Bekir Taşköprü. Eğitim vakfının, şimdiki yerel yönetim tarafından daha zenginleştirilerek kullanılması için kendilerine giderek teklifte bulundum. Kulak arkası ettiler. O eğitim vakfıyla birçok iş yapılabilirdi. Örneğin bazı yoksul öğrencilerin yaralarına merhem olunurdu.
Deneyimli bir başkan olarak, Tansu Kaya döneminde ve Turgut Oğuz döneminde nelerin iyi yapıldığını söylersiniz?
Kötü yapılanı şöyle söyleyeyim; 1 Nolu gecekondu önleme bölgesi olarak nitelediğimiz, Kapalı Spor Salonundan başlayıp, Petkim lojmanlarına kadar giden 1300 dekarlık arazinin yağmalanması benim içimi acıtıyor. Orası, parsellenmiş bir yerdi. Kooperatifleşerek konutlaşmayı hedefliyordu. Yeşil alanları, eğitim alanları, spor alanları vardı. Halkımıza rant sağlamak yerine başta TOKİ olmak üzere birkaç kişiye olağanüstü rant sağlandı.5 kuruşa yerleri kamulaştırılan Aliağa’lılar da öylece bakakaldı. İyi olanı da yeri çok yanlış seçilmesine rağmen ilçe esnafının Cumartesisini yok etme pahasına Kapalı Pazar yeri yapıldı. Halka ait olan denize, paralı girilmeye başlandı. 2009 dan sonrası için değerlendirmeyi daha sonra yapalım istersen
Ama şu anda ciddi bir kooperatifleşme var orada?
Onun adı kooperatifleşme değil. Yaşanan şirketleşmedir. Biz, 4 katı geçmeyen, yeşil alanları bol, insanların soluk alabileceği yaşam alanları düşünmüştük. Bin dekara yakınını bütünüyle TOKİ almış, bunu yandaşlarına satmış. Sonra Eskidji diye bir firmaya toptan satış için vermiş. İstanbul sermayesinden bazı kişilerin satın aldığını duyuyoruz. Ama İstanbul sermayesine de gerek yok. Zaten buradaki AKP yandaşları kapmışlar hepsini. Bu benim için büyük bir yaradır. Halkımız bir kez daha kandırıldı.
Artık düzeltilme olanağı da yok. Üzülmekten başka yapacak bir şey yok. Yine aynı alanda TOKİ’nin yaptığı yer var. Ben o alanda, Bakanlıktan rica ederek, belediyenin 90 dekarlık alanının karşılığında, Alp Oğuz okulu arazisi –ki adı geçen okulun su basman seviyesine kadar olan bölümünü Belediye olarak bizler yapmıştık,çatısını da İl Özel idaresi yapmıştı,bahçe duvarlarını da Özcan inşaat yapmıştı- Kapalı spor salonu arazisi, akaryakıt istasyonu arazisi, yeni garaj arazisini almıştık, her şeyi yerli yerine oturtacaktık. Kentin prestij projesiydi ama yağmalandı gitti.Tıpkı Aliağasporun ,Belediye şirketinin, Akaryakıt istasyonunun ve daha başka yerlerin yağmalandığı gibi…
Herkes çocuğunun iyi eğitim almasını ister. Her okul döneminde çocuğunu TED’e verebilmek için insanlar çırpınıyordu. Ben Eğitim Vakfı’nı bu nedenle kurmuştum; Toplu konutların bulunduğu alandaki 35 dekarımızı TED benzeri bir okul için ayırmıştım.TOKİ bina yapmışmış da bilmem kaç dairesini Belediyeye vermişmiş de,tabi verecek kardeşim,kim olsa verir .Kaymak gibi bir yerdi orası.Esas olan şey, eğitim için hazır bir yerin kullanılması mı daha yararlı, yoksa kentin siluetini bozan bu tür yapılaşma mı daha önemli.
Bazı yerlerde İmar adasının bile değiştirildiğini görüyorum. En az 15 bina yapıldı böyle. Şu anda çok Kaçak inşaat var. Kaçak katlar var. 5 kata göre demir atılmış, 6 kat çıkılmış. Bunlar benim içimi acıtıyor. 1. Derecede deprem kuşağında olan ilçemiz bu durumda neye uğrar insan düşünmek bile istemiyor.Büyük bir sorumsuzluk bu…
Halkın ortak kullanım alanlarının işgal edildiğine inanıyor musunuz?
Önce Tansu Kaya döneminde, sonra da şu andaki yerel yönetimde Belediye Başkanı ve kadroları, kenti kendilerinin sanıyorlar. Ulufe dağıtır gibi büfe dağıtılıyor. Halkın orada emeğinin ve hakkının olduğu umurlarında bile değil.
Bir vatandaş, Can Restoran’ın kapısında, tepeye yaslanmış olan, hangi amaçla olursa olsun, ne idüğü belirsiz olan o çıkıntılı betonarmeyi (kan çıbanı gibi) gördükten sonra ne der? Bunun, Belediye başkanının yeğeni olduğunu öğrenirse ne der? Hakikaten bu ulufe dağıtıyormuş der mi demez mi? Dediğinde haklı olmaz mı?
Tansu Kaya döneminde Asfalt şantiyesi kaldırıldı. Benim 13,5 yıllık dönemimde hep belediye şirketimiz çalıştırdı. Şimdi yerinde yeller esiyor. Alet edevatı da götürmüşler. Kimse nerede olduğunu bile sormuyor.
İlçenin onuru olan Aliağa Spor satıldı. Ona çok üzülüyorum. Gir google’ye. Bizim oyuncularımızın hepsinin Göztepe’li olduğunu göreceksin. Mesela Sivas’ta oynayan Erman, Göztepeli görünüyor. AliağaSpor’dan, Aliağa Belediyespor’dan eser yok. Satıldı. Yönetim kurulu defterinde 50 bin TL girişi var. Şirketi oluşturmuşlar, hisselendirmişler. Hisseleri kapmışlar. Birilerinin cebine de girmiş paralar. Ah sevgili halkım ah…
Ne kadar girmiş birilerinin cebine?
Denildiğine göre 6,5 trilyon girmiş. İddialar böyle. Bu konuda göreve geldiğimde hesap soracağım. O hesabın mutlaka sonucunu alacağım. Aliağa’nın Onurunu yeniden kente kazandıracağım.
Aliağa’nın son 10 yılındaki yerel yönetimleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aliağa’da bir otorite boşluğu ve gevşeklik var. Dolayısiyle sağlıklı kentleşmeden uzak, Afrikalı çocukların vücutları gibi görüyorum. Dediğim gibi, bazıları kentin topraklarını arazilerini arsalarını kendilerinin zannediyorlar.Böyle olunca ve çok başlılık görüntüsü halka yansıyınca olumlu şeyleri görmek zorlaşıyor,zaman zaman serap misali bazı göz aldatmacalarıyla yaşamımızı idame ettiriyoruz.Tansu Kaya döneminde bazı zırtlanlar türemişti,şimdi hemen hepsi toz oldular,şimdi de onları kıskananlar var adeta
Göreve gelirseniz ne yapacaksınız?
Başta kaçak inşaat sorunu. Kaçak inşaatların durumunu gözden geçireceğim.Bunu bir başkan olarak da değil,bilim insanlarına incelettireceğim. İmar dışına çıkan ve haksız kazanca yol açan, yeşil alanların zaptedildiği yerleri düzeltmek, kaldırmak, bir belediye başkanının asıl görevleri arasındadır.
Sahil bandı büfelerle kuşatıldı. Böyle mi olmalıydı? Öğretmenler lokali yıkılıyor, diğerleri kalıyor. Nasıl iş bu? Öğretmenler lokaline nasıl araç gereç buluyorlar yıkmak için. Ben olsam Öğretmenler Lokali’nin yıkılmaması konusunda direnirdim. Hepsi yıkılacaksa mesele yok. Ama siyaseten Öğretmenler Lokalini yıkıp da, öğretmenleri açıkta bırakmak gibi bir düşünceleri varsa ki ben öyle düşünüyorum, yıktırmazdım.
Milletvekilliğinizde Genel başkana karşı bir başkaldırınız oldu. Zülfü Livaneli ve bir grup milletvekiliyle birlikte. Neydi, anlatır mısınız?
Partinin 2004 seçimlerinde aldığı oylar ben ve benim gibi birçok arkadaşımı tatmin etmedi. Bu sonucu biz Genel Başkan ve ekibinin politikasına bağladık. Genel Başkan ekibinde Kemal Anadol, Önder Sav, Mehmet Sevigen vardı. Özellikle bunların politikalarının partiyi bir milim ileriye götürmediğini düşünüyorduk. Buradan hareketle, daha çağdaş görüşlere sahip olan Zülfü Livaneli’yi aday düşündük. Zülfü Livaneli eğer imza toplasa ve kongreyi alsaydı durum hem partimiz hem Türkiye açısından çok değişik olurdu.
Milletvekilliğiniz sona erdikten sonra ne yaptınız
Aliağa’ya geldim, Kendi küllüğüme döndüm. Esnaflığım devam ediyor. Emekliyim. Gelir durumum fena değil. Üniversite öğrenciliğim sürüyor. 2 ay sonra dereceye de girerek diploma alacağım, kep törenime de beklerim.
Gelelim CHP ilçe kongresine. Bugünkü belediye yönetimiyle bir kan uyuşmazlığı var gibi görünüyor. Siz bu kongrede bir ombudsman olmak yerine taraf olmayı tercih ettiniz. Bu süreci anlatır mısınız* neler yaşandı kongre sürecinde?
Geçmişteki kongreler yapılırken, son 2 kongrede, buradaki yönetim sanki Aliağa’da insan yokmuş gibi, sanki Aliağa’da bir milletvekili yokmuş gibi benim Divan Başkanı olmam gerekirken, Kemal Anadol’u Divan Başkanı olarak çağırdılar. Kime karşı? Hayali Hakkı Ülkü’ye karşı. Oysa ben Ankara’dan geldikten sonra, tıpkı 2009 seçimlerinde desteklediğim gibi, kendi partimin yönetimini destekleme azmiyle yola çıktım. Ancak, gerek partide oluşmuş olan yönetim kadroları, gerekse yönetim kadrolarının başında bulunan ilçe başkanı arkadaşımız, benim olduğum zamanlarda partiye girmekten bile çekinmeye başladılar. Bunu bir süre devam ettirdiler. Ben bu tavırlarında zamanla değişiklik olur düşüncesiyle evde okuduğum kitaplarımın tümünü partiye verdim. Bunların içinde, milletvekilliğim dönemindeki çalışmalarımı içeren kitap da vardı. Bir hafta sonra partiye uğradığımda o kitabın yok olduğunu gördüm. Zaten milletvekilliğim döneminde çıkardığım 2 sayfalık bültenin de partinin ilan tahtasına hiç asılmadığını görüyordum. Ama tüm bunlara rağmen ben bir ombudsman, partinin bir ağabeyi olmak niyetindeydim.
İki kongrede de Kemal Anadol’un Divan Başkanı yapılması ve 2 kongrede de bana karşı alınan tavır, hatta iki kongrede de İl delegesi yapılmamam, hatta mahalle delegesi yapılmamam elbette ki beni başka düşüncelere sevketti.
Kaldı ki, benim delege yapılmamamı sağlayan kadrolar da büyük ölçüde partinin “çakma” kadrolarıydı.
“Çakma” derken neyi kastediyorsunuz? Dönme mi, devşirme mi?
Partiye daha dün gelmiş insanlar. Partililiği dahi tartışılabilir kişiler. Abi kardeş particiliği yapanları çakma olarak nitelendiriyorum. Sosyal demokrat bilinç yoksa kişide, bu kişinin CHP’yi partinin tarihsel ideolojik tutarlılığı olabilir mi ? bırakalım ideolojik tutarlılığı, partiye katkısı olabilir mi? Olmaz. Ya ne olur? Adamcı olur. Bir başka deyişle Ahmetçi, Mehmetçi olur. Birileri Ahmet’in köpeği diye nitelenir, birileri de Mehmet’in köpeği diye nitelenir,hatta kimin ağzında daha çok köpük çıkarsa o daha gözde olur bir süre için.Yıllar böyle akıp gider.Bu durumdan da rakip partiler yararlanıp seçimleri kazanır,adamcılar da sövüp saydığı kişinin ya da kişilerin seçimi kaybetmesine sevinip dururlar. Çocukları büyür, o çocuklar yeteri kadar eğitim almamışsa babasının veya annesinin partisinin neden iktidar olamadığını düşünüp dururlar.
Peki CHP, dışarıdan gelecek yeni insanlara, farklı görüşlere kapalı mı?
CHP, sol bir parti olsun istiyoruz. Kitle partisi olduğundan farklı görüşlere kapalı değil ama, hiçbir şey bilmeyene CHP sadece üye sıfatı ve statüsü verebilir. Yetiştikten sonra partinin her kademesinde görev almak için aday olabilir.
Peki sizin Çakma dedikleriniz hep çakma olarak mı kalacak, dönüşüyorlar mı? Bu kişiler kazanılamaz mı?
Dönüşüme uğruyorlar tabii. Birçoğu kazanılamaz ne yazık ki. Halk onları günü geldiğinde kendiliğinden tasfiye eder. Çakma olarak tanımladıklarımın çoğu Yeni Türkiye Partisi’nden CHP’ye transfer olduğunu zannedenlerdir.
YTP konusunda da taraftınız ve Şefik Tereci’yi desteklemiştiniz?
Elbette, çünkü Şefik Tereci kendi partimin adayıydı. Tarih geri dönse yine o koşullarda Şefik Tereci’yi aday yapmak için uğraş veririm.. Partinin son ilçe başkanıydı ben Ankara’ya giderken. Particilik budur. Particilikte vefa denilen bir duygu vardır.Tıpkı insanlıkta olduğu ya da olması gerektiği gibi.
Ama 2004 seçimlerinde Turgut Oğuz’lu Yeni Türkiye Partisi, Şefik Tereci’li CHP’den daha fazla oy aldı.
Olabilir.demin söylemiştim ya, ideoloji olmadan ve kıskançlık duyguları hakim olursa kişilerde böyle hatalı davranışlar olur.Rahmetli Selim Altıntaşoğlu bir gece hanımlarla birlikte otururken yanıma geldi, Başkan Milletvekili olmayı düşünüyor musun,diye sordu.Elbette düşünüyorum, öyle bir onuru kim yaşamak istemez ki dedim.Ne olur hiç düşünmeden aday ol, biz arkadaşlarımızla birlikte seni gönülden destekleyeceğiz, yeter ki senden kurtulalım,ondan sonrasını biz burada hallederiz, demişti.Bu sözler yarı şaka yarı ciddi olarak tarafımdan algılanmıştı. Bunu anlatmakla ne demek istediğim harhalde anlaşılmıştır.
Ama, Hakkı Ülkü’nün kefil olduğu bir aday neden daha az oy aldı?
İyi propaganda yaptılar. İlçe Başkanı Erol Onaran’la birlikte iyi politika yaptılar. O günkü koşullarda aday belirleme sürecinde Ankara’da olayların dışındaydım. Eğer ben burada Aliağa’da olsaydım önce 6 tane insanı aday adayı yapmazdım. Hadi yaptın,ondan sonra yaratılan bunalımın arkasından Ankara’ya gidip o günün Genel Başkan yardımcısı Eşref Erdem ile beni aday yapın diye görüşmezdim.
Turgut Oğuz’la birlikte siyaset yaptınız, SODEP’te birlikte yola çıkan 5 kişiydiniz.
Ama sonra ne oldu?1989’da yapılan önseçimde başka bir aday adayını destekledi. 1994’de Latif Canıtez’i destekledi. 1999’da DYP’den belediye meclis üyesi olarak kendi aday oldu. Durum böyleyken 2004’de ben partide vefa olgusuna inanan bir insan olarak elbette ki 6 yıla yakın ilçe başkanlığını yapmış kişiyi tercih edecektim. Kaldı ki esas olan benim kardeşimin Karşıyakadan aday olması için vermiş olduğum uğraş benim için en az Aliağa kadar önemliydi. Kardeşimi aday yapmayan genel merkez lütfedip Aliağa’daki adayı benim istemim doğrultusunda belirledi.
Turgut Oğuz, Siz Milletvekiliyken CHP İlçe Başkanı oldu. Buna niye engel olamadınız?
Siyasette bazen olaylara hakim olamıyorsunuz.Seçim kaybedildikten sonra o günün ilçe başkanı arkadaşımız Cengiz Kahraman kendisine yardım edilmediği gerekçesiyle yapılan kongrede aday olmadı,ayrıca ilçe başkanı adayı olarak Turgut Oğuzu işaret etti. Böylece ilçe başkanlığı el değiştirdi. Genel olarak yerelde bir parti seçimi kaybedince kaçınılmaz olarak böylesi bir süreç yaşanır. O anda da selden kütük kapmak isteyenler ortaya çıkar.
Turgut Oğuz’a muhalif misiniz?
Turgut Oğuz’la frekanslarım uyuşmuyor. Siyasal olayları çok farklı değerlendiriyoruz.Hele Belediyecilik anlamında ayrı yerlerdeyiz desem abartı olmaz. Demin de söylemiştim ,istersen tekrarlayayım,o başkan olarak gördüğü her araziyi arsayı kendi mülkü gibi görüyor, ben halk adına görevin kutsallığına inanıyorum.O Sosyal demokrat Belediyeciliğin nasıl olması gerektiğini pek algılamış değil, öyle olsaydı 10 tane danışmanla işe başlamazdı,ayrıca ben bir daha aday olmayacağım diye ilan edip karmaşaya yol açmazdı.Kısaca herkesin kendisine göre yapabileceği işler vardır.Sözgelimi ben ticarette pek becerikli değilim,ama siyasette becerim ispatlanmıştır.
Ama Erol Onaran, CHP’nin kurucu ilçe başkanı?
Olsun, fark etmez. Hatta ondan daha önemlisi benim için Rafinerilerdeki eylemlerde bulunmasıdır. Ama o Erol gitmiş, başka bir Erol var. O 1976 direnişleriyle falan hiç ilgisi yok.
Sizin tercihiniz neydi 2004 Başkan adayı konusunda?
Benim tercihim Süleyman’la devamsa Süleyman Akbıyıkoğlu. Olmayacaksa Şefik Tereci’ydi. Onlar Süleyman’ı gözden çıkarmışlar. Ben o arada kardeşimle ilgileniyorum. Cevat Durak geliyor, TBMM koridorlarında,kulislerde “ben atanıyorum,desteğini bekliyorum diyor. Ben de “Cevat, sen girişimlerinde bulun. Kardeşim şimdiye kadar hiçbir yere aday olmadı. İlk kez bir yere aday oluyor. Bunun için ben kardeşimi aday yapmak istiyorum. Onunla ilgili Baykal ile bir kez daha görüşeceğim” dedim. Görüştüm de.
Baykal’a durumu anlattım, “biliyorum” dedi. “Biz esnafız. Hakkımızda da en ufak bir kirlilik yok” dedim. “Bakalım” deyince, kardeşimin adaylığını zayıf ihtimal olarak gördüm. Aday belirlenirken, gece biz PM üyesi Oğuz Oyan’ın odasındaydık. Oğuz Oyan ile haber alıyoruz. Çünkü Oğuz Oyan’ın odasının yakını adayların belirlendiği MYK Odasıydı. Gecenin ikisinde geldi, “Karşıyaka’da Aziz yok. Genel başkan illa Cevat diyor” dedi. “Önder Sav ağzını açmıyor.” Dedi. Daha sonra Önder Sav ile görüştüm bana, “Gücüm o kadar” dedi. “Neden” dedim, “Benim de kendime göre pazarlık ettiğim yer var” dedi. “Neresi” dedim, “Çankaya” dedi. Doktoru seçtirdiler ya Muzaffer Eryılmaz’ı. Gece benim evde kaldık. Alaattin Yüksel. Muhittin Dalgıç falan…
Sabah, Alaattin Yüksel’e “Alaattin, kardeşim Aziz gitti dedim”. Onun da canı sıkkın. Sadece Aziz gitmedi, Aziz Kocaoğlu da gitti. O da atanmıyor ya. Atamalar o gün öğleye doğru oldu. “Napacağız” dedim. “Bilmiyorum” dedi. İndik uçaktan. Alaattin’in bürosuna gidiyoruz. Alaattin İl Başkanı o zaman. Önder Sav’a telefon ederek, “Şimdi uçaktan indik işyerime gidiyorum. Partiye geçeceğim, istifa dilekçemi size faksla göndereceğim. Ama isterseniz, parti disiplini gereği istifa etmiş bir başkan olarak görevi seçime kadar yürütürüm” dedi. O ne dediyse bilmiyorum, 5 dakika sonra Baykal aradı. Baykal, “Tamam tamam, Aziz Kocaoğlu’nu Bornova’ya atayalım” demiş. “Karşıyaka için Aziz Ülkü?” “hayır, Sadece Bornova” demiş. Aziz Kocaoğlu Bornova için tamam, Piriştina Büyükşehir, Karşıyaka yok. Ben ağlamaklı haldeyim, çok kızıyorum.
O dönemde hiç sorgulanmadı. Neden Aziz Ülkü aday olarak belirlenmedi?
Hiçbir nedeni yok. Sadece Cevat Durak ve arkadaşları daha güçlü çıktı..
Parasal olarak mı? Eğer öyleyse sizde de para vardı.
Parasal olarak değil belki de Örgütsel olarak bizden daha baskın çıktı diyebilirim.Ama yapılacak başka bir şey yoktu. Sonra ben Baykal’a telefon ettim. “Kardeşim için çok üzüldüm. Size yüz yüzeyken söylemiştim, telefonda da söyleyeyim. Tertemiz bir insandı. Karşıyaka için çok ideal bir adaydı. Gelecekte herhalde bunları konuşacağız,dedim.
Sadece dinledi ve bana “var mı bir isteğin” dedi. “Var” dedim. “Aliağa için kimi düşünüyorsunuz, diye sordum,hiç kimse için verilmiş bir kararımız yok dedi. Peki o halde eski ilçe başkanımız Şefik Tereci’yi atasanız dedim, 5 saniye kadar bir duraksamadan sonra peki olur dedi ve Şefik atandı.
DEVAM EDECEK
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.