BİRAZ HİKAYE ÇOĞU GERÇEK
Yaşar Eyice / Yeni Vizyon Gazetesi
Gündem çok hızlı değişiyor.
Zaman zaman olduğu gibi bugün ne yazacağımı bilemiyorum.
Bir konu olay açığa çıkmadan, sonuca ulaşmadan bir başkası ortaya çıkıyor.
Bir de olayları kaşıyanlar var.
Ya da kendilerine göre yorumlayıp, buna göre işleyenler.
Bu nedenle sıkıntım büyük.
Bizim ayakkabı boyacımız Ali Bey'e ne zaman, 'nasılsın?' diyerek hatırını sorarsak, hep aynı yanıtı alıyoruz yıllardır:
'Memleket gibi!'
Herkes kendi işine değil, karşısındakine bakıyor, ilgileniyor.
'Sana ne?' demek lazım ama terbiyemizden mi, yetişmemizden mi, yoksa boş verdiğimizden mi neden bir türlü diyemiyoruz.
Şöyle Gelişmelere bir göz mü atalım, yoksa bizi ilgilendiren diğer konulara mı değinelim?
*- İlgi merkezi İzmir
Bir zamanlar okumuştum; Gazeteci Kezban Karaboğa, özetle şu bilgilerin altını çizmişti:
'İzmir, özellikle sayfiye yerlerine yakınlığı, kent yaşantısı ve iklimi nedeniyle öteden beri ilgi merkezi...
Bunun üzerine ekonomik koşulların (nispeten) rahat olması, son dönemdeki siyasi atmosfer ve İstanbul’dan ulaşımın daha da kolaylaşacak olması da eklenince; 'İzmir’e kaçalım!' diyenlerin sayısı her gün artıyor.
Türkiye’nin 80 ilinden de göç alan İzmir’e en fazla İstanbulluların yerleştiği kayıtlarla saptanmış durumda…
Buna göre 2015 yılında, tam 16 bin 129 İstanbullu İzmir’e göçmüş. İstanbul’u, 9 bin 184 kişiyle yakın komşumuz Manisalılar takip etmiş. Üçüncü sırada ise, 8 bin 116 kişiyle Ankaralılar yer alıyor.
İl bazında ilk 3 böyle; diğerlerine gelince...
Dördüncü sırada 6 bin 599 kişiyle Aydın var.
Diğer yandan iç göçte ilk 10 kent sıralamasında Diyarbakır ve Mardin dikkat çekici…
Örneğin, 2015 yılında Diyarbakır’dan İzmir’e 3 bin 780 kişi; onuncu sırada yer alan Mardin’den ise 2 bin 984 kişi İzmir’e yerleşmiş.
*- İstanbul dedikleri yer!
Yaşar Üniversitesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Ufuk Tutan, TÜİK verilerini şöyle yorumlamış:
'Türkiye ekonomisinde 2012 yılından bu yana ciddi bir durgunluk var. Ekonomik durgunlukta İzmir’den İstanbul’a bir beyin göçü olur.
Ben de İstanbul’a bir sürü öğrenci gönderdim.
Ancak giden arkadaşların birçoğu iş bulamadı.
Önce part-time iş buluyorlar, kendilerini kayıt ettiriyorlar, akrabalarının yanında kalıyorlar, ama sonra ailelerinin evine dönüyorlar.
Bunların sayısı da hiç az değil.
*- Kaybedince bulamayacağımız nedir?
Artık hikâye anlatacağım demiştim ya, devam edeyim:
Su’, ‘ateş’ ve ‘ahlâk’ dostluk kurmuşlar.
Bir gün ormanda dolaşmaya çıkmışlar.
Fakat bir müddet sonra içlerine bir korkudur düşmüş.
Orman çok büyük ve çok karmaşıkmış.
Her türlü ihtimale karşı birbirlerini kaybederlerse, nasıl bulacaklarını düşünmeye başlamışlar.
Ateş ve ahlâk suya sormuşlar:
'Kaybolursan seni nasıl bulacağız?'
Su cevaplamış:
'Nerede bir şırıltı duyarsanız ben oradayım', demiş.
Sıra ateşe gelmiş.
Su:
'Seni yitirirsek ne yapalım?' diye sormuş.
Ateş :
'Duman gördüğünüz yerde ben varım!', cevabını vermiş.
Sıra ahlâka gelince cevabı şu olmuş:
'Beni asla kaybetmeyin; eğer kaybederseniz, bir daha asla bulamazsınız!'
*- Her şey kafada!
Atatürk de bizler gibi sporcunun olduğu gibi insanın da ahlaklısını sevdiğini her zaman açıklamıştı.
Peki çevrenize, daha doğrusu son zamanlarda medyada yer alanların davranışlarına bakın ahlaklı olup olmadıklarına karar verin!
Bazıları için 'Ahlaksız!' diyeceğinizi düşünüyorum.
Biliyorsunuz ahlak da, namus da, irade de, davranış biçimi de, kafada başlar.
Bazıları için neden 'beyinsiz!' deriz?
Algılama güçlüğü çektiği için mi?
Hayır!
Kafasızca davrandığı, her şeye inandığı için...
PKK ile IŞİD ya da diğer terör Örgütleri arasında ne fark var?
Hiç gibi bir şey!
Dikkat edin bakın bunlar kandan beslenir.
Yine dikkat edin ve irdeleyin;
Yakalanan canilere bakın!
*- Bak sen!
Bir süre önce Rusya, Hitler'i yendikleri savaşın 71'inci yılını kutladı.
Bu arada Fransız IFOP kamuoyu araştırma sonucu yayınlandı: Savaşın kazanılmasında; Fransızların yüzde 58'i, Almanların yüzde 50'si, İngilizlerin yüzde 11'i ABD'nin büyük rolü olduğunu düşünüyordu!
Keza. İngilizlerin yüzde 59'u ve ABD'lilerin yüzde 79'u Almanları kendilerinin mağlup ettiğine inanıyordu!
Nazilerin yenilgisinde Sovyetler'in rolü olduğuna inananların sayısı yıllar içinde giderek azalıyordu.
İki yıl önce Moskova’da öğrendiğim gerçeği, bir büyük besteci üzerinden anlatmaya çalışayım:
Aslında olayı Senpetersburglu Yana Ülkü’de biliyor.
Onu Moldova’da eşi ve sevgili eşi ile buldum.
Hatta bana Hitler’in içtiği şaraptan da göndermişlerdi.
Neyse konuya gireyim:
*- İzmir’den sonra yaşanılacak tek şehir
Tarih: 16 Mayıs 1703.
Çar I. Petro, Amsterdam mimarisini örnek alarak St. Petersburg'u inşa ettirdi.
Çarlığın gözbebeği şehir, 200 yıl Rusya'ya başkentlik yaptı.
Bolşevik Devrimi'nden sonra başkent Moskova'ya taşındı.
Ve Lenin'in ölümü ardından St. Petersburg adı Leningrad olarak değiştirildi.
Tarih: 18 Aralık 1940.
Hitler, Alman Ordusu'na tarihin en geniş çaplı askeri harekât emrini verdi: Hedef Sovyetler Birliği idi.
Almanların Barbarossa Harekâtı öğrenilince Leningrad'da olağanüstü günler başladı.
Örneğin; 'Müzelerin Anası'olarak bilinen Hermitage Müzesi'ndeki 3 milyon eserin bir bölümü sandıklara doldurulup Ural Dağları'na götürüldü.
Şehirde yaşayan önemli bilim adamları ve sanatçıların tahliyesine karar verildi.
*- Kimileri kenti terk etmeye karşı çıktı.
Bunlardan biri, ünlü besteci Dmitri Şostakoviç idi.
Yazar Sarah Quigley 'Orkestra Şefi'adlı kitabında şehri terk etmeme kararının Şostakoviç ile eşi Nina Varzar'ın arasını açtığını şöyle yazdı:
'Nina'dedi Şostakoviç; 'Leningrad'dan ayrılmamızı istediğini biliyorum ama anla lütfen. Batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçıp gitmek yanlış geliyor bana.'
Nina yüzünü çevirdi: 'Bu dediğin benim kulağıma, çocuklarının hayatlarını riske attığın için kendini rahatlatmak üzere bulduğun bir bahane gibi gelmeye başlıyor.'
'Bahane mi? Bahane mi? Leningrad'ı mahvolmaktan kurtarmanın lanet olası bir bahane sayılacağını pek sanmıyorum!..'
*- Hitler'in davetiyeleri
Tarih: 8 Eylül 1941.
Almanlar Leningrad'ı kuşattı.
Hitler; kentin hemen düşeceğinden öylesine emindi ki, şehrin lüks oteli Hotel Astoria'da zafer onuruna verilecek partiyle ilgili davetiyeleri önceden bastırdı!
Hesap edemediği şuydu; Şostakoviç gibi yüz binler faşizme karşı savaşmak için gönüllü olmuştu!
Şostakoviç, önce Kızıl Ordu'ya katılmak istedi. Sağlık durumu ileri sürülerek kabul edilmedi.
İtfaiyeci olarak görev aldı.
Bu arada bir not düşeyil Hotel Astoria hala o günkü halini koruyor.
Bir ara bu otele gittim, hatta ‘Hitler’i hala bekliyoruz!’ diye espri yaptılar.
Bu arada tarihte bilinen bu ünlü davetiyelerin ellerinde olup olmadığını sordum.
Yine güldüler, ‘Birini bulsak Avrupa’nın en zenginlerinden biri oluruz!’ dediler.
Sanıyorum benden sonra eski Konak Belediye Başkanı Ahmet Sarışın da bu otele gitti.
Belki o da benim gibi davetiyeleri araştırmıştır.
*- Hikaye değil gerçek
Ders verdiği konservatuvarın damında yangın gözlemciliği yapmaya başladı.
'Dört gözlü yarasa' diyorlardı ona.
Yaptığı işi bir çocuğun da yapacağını söyledi sürekli. Sonunda Milis Teşkilatı'na alındı. Görevi, siper kazmaktı.
Temizlik hastasıydı aslında ama o günler çok geride kalmıştı.
Pislikleri görmüyordu bile.
Hitler köpürüyordu; 8 Kasım'da üç milyon Leningradlının açlığa mahkûm edilmesi emrini verdi.
Ardından; Akarsu kaynaklarına zehir attırdı.
Yiyecek depolarını bombalattı.
Bu nedenle, Leningrad'da kadın ve çocuklar için günlük yiyecek 150 gram ekmeğe kadar indirildi.
Bu ekmek de, yüzde 50 oranında talaş ve başka yenemeyecek katkılardan oluşuyordu.
Halk, kedi-köpek-fare-kuş ne buluyorsa yiyordu artık.
Kışın eksi 30 dereceye kadar düşüyordu hava.
Hitler kışın ısıtmada kullanılan akaryakıt depolarını da bombalattı.
Hitler, 'Nazi estetiği diye Berlin'deki ıhlamur ağaçlarını keserken, o dondurucu koşullarda Leningrad'da tek ağaç kesilmedi.
Isınmak için evlerdeki tüm eşyalar yakıldı ama tek ağaç kesilip yakılmadı…
Ve inatla direndi Leningrad…
Bu arada yine söyleyeyim:
İzmir’de herkes çeşitli sebeplerle en azından üç fidan için para ödedi.
Bu basit bakkal hesabına göre en az 8-10 milyon ağaç olmalıydı.
Yani etrafımız ormanlarla çevrili olmalıydı,
Var da ben mi göremiyorum?
*- Dinlenme sırasında
Şostakoviç dinlenme molalarında cebinden ufak kalem ve kâğıt çıkarıp notalar yazıyordu.
İtfaiye gözcülüğü yaparken, altı saat süren ve binlerce ton şekerin bulunduğu Badayev yangınını seyretmişti.
Alevler, kapkara dumanlar, uzaklardan duyulan çaresiz insan sesleri, çanlar, megafonlar ve hava saldırısını duyuran sirenlerin tiz sesi…
Birden Şostakoviç kendini dış dünyaya kapatmış gibi hissetti.
O gün karar verdi; Leningrad senfonisini yazmaya…
Artık… Hiçbir yangın, hiçbir ölüm, hiçbir yokluk ve açlık onu senfonisini yazmaktan alıkoyamayacaktı.
Senfonisinde, insanlığın barbarlıkla mücadelesini anlatacaktı.
Kuşatma altındaki halka umut ve cesaret aşılayacaktı.
O günden sonra her fırsatta yazdı, Şostakoviç.
Rüyasında bile senfoninin notalarını gördü.
Bölümleri tamamladıkça tedirginliği azalacağına arttı; ilk kez başarısız olacağından korktu.
Aradığı bir cenaze marşı değil, direniş senfonisiydi…
*-Küçük Tanya
Yıl, 1942.
Kuşatma acımasızca sürüyordu.
Öyle ki; Ocak ve şubatta her gün 7 bin ile 10 bin arası sivilin çoğu açlıktan ölüyordu.
Şehir içi ulaşım yoktu.
İnsanların ekmek alma merkezlerine giderken yolda düşüp can vermesi normal karşılanır oldu.
Ölülerin yendiği söyleniyordu!
Bu koşullarda Şostakoviç, Leningrad Senfonisi'ni bitirdi.
Peki. Eseri kim çalacaktı?
*- Sanatçı kalmamıştı
Sanatçıların bir bölümü tahliye edilmişti.
Kimi ölmüş, kimi sakat kalmıştı.
Eski müzisyenler, sakatlanmış askerler ve amatörlerden orkestra kuruldu.
Çalışmak güçtü.
Soğuktan elleri müzik aletlerini tutamıyordu.
Zorluklar aşıldı.
Senfoninin kurtuluşu getireceğine dair inanç oluştu. Ve…
*- Almanlar gibi...
Tarih: 9 Ağustos 1942.
Şostakoviç'in eseri Leningrad Senfonisi radyodan çalındı.
Müziği hem Almanlara hem de Ruslara ulaştırabilmek için de güçlü hoparlörler kuruldu.
Rus halkı güç ve moral kazanmak için, düşman ise umutsuzluğa kapılsın diye.
Her gün çalındı.
Herkesin dilinde senfoni mırıltısı duyulur oldu.
Aynen reklamını çok duyduğumuz
II. Dünya Savaşı sırasında ün kazanmış Alman şarkısı Lili Marleen gibi...
Direnen halkına büyük moral veren Şostakoviç'e, 1941 ve 1942'de Kızıl Bayrak İşçi Nişanı ve Stalin Ödülü verildi.
*- Soykırım kabul edildi
Tarih: 27 Ocak 1944.
872 gün sonra…
Almanlar pes etti.
Çekilmek zorunda kaldı.
Bu süreçte Sovyetler, 3 milyon 436 bin 66 askerini ölü, kayıp ve yaralı verdi.
Sivillerden 400 bini tahliyeler sırasında ve 642 bini kuşatmada hayatını kaybetti.
Leningrad'daki yıkım ve insan kayıpları, Hiroşima ve Nagasaki'ye atılan atom bombalarının yol açtığı kayıpların üstündeydi.
Kuşatma soykırım olarak kabul edildi.
Bugün Leningrad direnişleri unutturulmak isteniyor.
Bir örnek verelim:
*- Sadece Tanya kaldı!
Dünya, Hollanda'daki 14 yaşındaki Anne Frank'ın günlüklerini ezbere bilir de, Leningrad'daki 11 yaşındaki Tanya Savicheva'nın günlüklerinden habersizdir.
Açlıktan önce büyükannesi, ardından amcası, sonra annesi ve kardeşini yitiren Tanya'nın, günlüğündeki son notu, 'Sadece Tanya kaldı'oldu.
Son notuydu çünkü; kuşatmadan kısa süre sonra ileri derecede beslenme bozukluğundan öldü Tanya!
Kuşkusuz acıları yarıştırmıyoruz.
Neden bilinip bilinmediğini anlatmaya çalışıyoruz.
Hangisini yazalım
10 milyon 700 bin asker ve 11 milyon 400 bin sivili kaybetmesine rağmen Sovyetler Birliği, Berlin'e kadar gidip Hitler'i yenmeyi başardı.
Yıllardır ABD'nin propaganda filmlerini seyredenler, savaşın Amerikalılar sayesinde kazanıldığını sanıyor!
Oysa. Bu sadece, propaganda savaşını ABD'nin kazandığını gösterir!
Hitler'i Şostakoviçlerin direnişi yendi…
Bu arada yine belirteyim:
Örneğin Orta Avrupa’ya gidenler meydanlarda Sovyeter’in ‘Meçhul asker’ gibi anıt heykellerini mutlaka görmüşlerdir.
İlginçtir dün de bugün de bu heykeller aynen muhafaza ediliyor.
Kominizim gibi neden yerle bir edilmediğini hala merak ediyorum.
****
GÜNCEL HABERLER
Buca’da Cumhuriyet coşkusu
Cumhuriyet coşkusu Buca’da 7’den 77’ye tüm Bucalılardan oluşacak Cumhuriyet Korosu ile yaşayacak. 28 Ekim Cuma günü Saat: 19.23’de Buca Belediyesi önünde gerçekleştirilecek etkinlikte önce Pırlanta Merkezlerinin minikleri Atatürk’ün sözlerini büyüklerine hatırlatacak.
Pırlantaların ardından etkinliğe katılan herkes hep birlikte Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve devrimlerine sahip çıkma sözü verecek.
Buca Belediye Başkanı Levent Piriştina, tüm Buca halkını meşale ve Türk Bayrakları ile birlikte Belediye önünde toplanarak, Cumhuriyete sahip çıkmaya, ‘Biz Cumhuriyetiz’ diye haykırmaya çağırdı.
*- Sınırlı sayıda
İstanbul Sanayi Odası bünyesinde faaliyet gösteren Avrupa İşletmeler Ağı İstanbul Merkezi tarafından 01 Kasım 2016 tarihinde 09.30 – 17.00 saatleri arasında İSOV Sakıp Sabancı Konferans Salonu’nda 'Gümrük Mevzuatı ve Uygulamaları' konulu eğitim düzenlenecek.
Eğitim ücretsiz düzenlenmekte olup kontenjan 150 kişi ile sınırlı.
*-***
GICIK
*- Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir Erkeğin omzuna ağır gelir.
***
ÖNEMLİ NOT
Sevgili ablam Bornova Eşrafından Ayşe Ayşen İnce’nin cenazesine katılan, akraba ve dost insanlara, telefonla arayarak taziyelerini bildirenlere sonsuz hürmetlerimi sunuyorum.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.